Görevin Diğer Adı Nedir? Toplumsal Roller, Normlar ve Bireyin Konumu
Toplumu Anlamaya Çalışan Bir Gözlemcinin Girişi
Bir sosyolog olarak sahaya her çıktığımda aynı gerçekle karşılaşırım: İnsanlar görevlerini yalnızca yapmakla kalmaz, onları yaşar, içselleştirir ve anlam yüklerler. Bir annenin sabah erkenden kalkıp kahvaltı hazırlaması, bir babanın işe giderken sessizce evin yükünü omzuna alması, bir öğretmenin sınıfta sabırla bekleyişi… Bunların her biri bir “görev”tir ama aynı zamanda bir “rol”, bir “sorumluluk”, bir “toplumsal beklenti”dir. O hâlde soralım: Görevin diğer adı nedir?
Belki de “rol”, “işlev”, “sorumluluk” ya da “kimlik”tir. Ancak bu kavramlar sadece dilsel değil, toplumsal ve kültürel bir anlam taşır. Çünkü toplum, görevleri dağıtırken yalnızca işleri değil, kimlikleri de şekillendirir.
Görev Kavramının Sosyolojik Arka Planı
Toplumsal sistemlerde görev, bireylerin toplum içindeki yerini belirleyen temel bir işlevdir. Emile Durkheim’in “işbölümü” kavramına göre görev, toplumun bütünlüğünü sağlayan bir bağdır. Her birey, sistemin bir parçası olarak belirli bir işlevi yerine getirir. Ancak bu işlevin nasıl adlandırıldığı ve kime verildiği, toplumsal normlar tarafından belirlenir.
Görevin diğer adı “rol” olabilir, çünkü bireyler bu görevleri birer toplumsal sahnede oynarlar. Erving Goffman’ın deyimiyle herkes bir sahnede, toplumsal beklentilere uygun roller sergiler. Bu roller, bireyin kim olduğunu değil, toplumun ondan ne beklediğini gösterir.
Toplumsal Normlar ve Görev Dağılımı
Toplumsal normlar, görevlerin kime nasıl düşeceğini belirleyen görünmez kurallardır. Bir toplumda erkeklerin ekonomik sorumluluk alması, kadınların ise bakım ve duygusal emeği üstlenmesi “doğal” gibi görünür. Oysa bu doğallık, kültürel olarak inşa edilmiştir.
Örneğin, erkeklerin “ailesini geçindirme görevi” yapısal bir işlev taşır. Bu görev, ekonomik üretimle ilgilidir ve toplumun maddi düzenini sürdürür. Kadınların “evin duygusal dengesiyle ilgilenme görevi” ise ilişkisel bir bağ işlevi görür; sevgi, bağlılık ve dayanışmayı güçlendirir.
Ancak bu işbölümü, sadece görevlerin dağılımı değil, aynı zamanda değerlerin dağılımıdır. Çünkü tarih boyunca ekonomik görevler “güç” ile, duygusal görevler “fedakârlık” ile özdeşleştirilmiştir.
Erkeklerin Yapısal, Kadınların İlişkisel Görevleri
Erkeklerin toplumsal görevleri genellikle dışa dönük, somut ve ölçülebilirdir: para kazanmak, karar vermek, üretmek. Bu görevler yapısal işlevleri temsil eder; toplumun ekonomik ve politik sistemini ayakta tutar.
Kadınların görevleri ise içe dönük, soyut ve duygusal olarak tanımlanır: çocuk bakımı, aile içi iletişim, duygusal destek. Bunlar ilişkisel bağları güçlendirir, toplumsal dokunun duygusal devamlılığını sağlar.
Örneğin, bir erkek sabah işe gittiğinde toplum onun “görevini yerine getirdiğini” söyler. Ancak bir kadın gün boyu evde çalıştığında, “sadece evde” olduğu söylenir. Oysa o da toplumsal düzenin duygusal istikrarını sağlar.
Bu ikili yapı, toplumsal cinsiyet rollerinin derinliğini gösterir. Erkeklerin görevleri “dış dünya” ile, kadınların görevleri “iç dünya” ile ilişkilendirilmiştir. Ve bu ayrım, kültürden kültüre değişse de temel mantığı sürer: görev, cinsiyetle anlam kazanır.
Kültürel Pratikler ve Görev Algısının Dönüşümü
Modern toplumlarda görev anlayışı dönüşüm geçiriyor. Kadınlar artık yalnızca ilişkisel bağların taşıyıcısı değil, aynı zamanda yapısal sistemin aktif birer öznesi. Erkekler ise duygusal alanlarda daha görünür hale geliyor; babalık rolü yeniden tanımlanıyor, duygusal ifade kabul görüyor.
Bu dönüşüm, görev kavramının yalnızca “ne yaptığımız” değil, “nasıl yaptığımız”la da ilgili olduğunu gösteriyor. Bir erkek ev işlerine katıldığında ya da bir kadın yöneticilik yaptığında, görevlerin toplumsal anlamı yeniden yazılıyor.
Artık görev, cinsiyetten bağımsız bir etik sorumluluk biçimine evriliyor. Bu, bireylerin topluma eşit şekilde katkı sunduğu bir denge arayışının göstergesidir.
Görevin Diğer Adı: Toplumsal Sorumluluk
Sosyolojik açıdan “görevin diğer adı” en yalın hâliyle “toplumsal sorumluluk”tur. Çünkü görevler, bireyin yalnızca kendine değil, topluma karşı sorumluluğunu da içerir.
Bir öğretmen ders anlatırken, bir doktor hastasını dinlerken, bir anne çocuğuna rehberlik ederken ya da bir baba duygularını paylaşırken, aslında toplumsal düzenin farklı parçalarını yeniden kurar.
Bu nedenle görev, yalnızca bir yükümlülük değil, bir bağdır — birey ile toplum arasındaki etik ve duygusal sözleşmenin adıdır.
Düşünmeye Davet
Senin için “görev” ne anlama geliyor?
Görevlerini mi seçiyorsun, yoksa toplum mu sana biçiyor?
Yaptığın işin değeri, neye göre ölçülüyor — maddi çıktısına mı, yoksa duygusal katkısına mı?
Belki de asıl soru şu: Görevin diğer adı, senin kimliğinde hangi yankıyı buluyor?